Titanlar ve Evrenin Yaratılışı
Evrenin nasıl yaratıldığını gerçekte kimse bilmemektedir. Bazı teorilere göre devasa bir kozmik patlama sonucunda sonsuz sayıda dünya Büyük Karanlığın içine dağılmış ve bu dünyalarda yaşam ortaya çıkmıştır. Başka bir inanışa göre ise evren tek ve çok güçlü bir varlık tarafından yaratılmıştır. Her ne kadar evrenin nasıl yaratıldığı kesin olarak bilinmese de güçlü bir ırkın bu sonsuz sayıdaki dünyalarda düzeni sağlamak ve onlara güvenli bir gelecek sağlamak için ortaya çıktığı bir gerçektir.
Devasa boyutlarda , metal derili tanrılar olan Titanlar , yeni doğan bu evreni araştırıp buldukları yeni dünyalar üzerinde çalışmaya başladılar. İhtişamlı dağlar , uçsuz bucaksız denizler yaratarak dünyaları şekillendirdiler. Nefesleriyle havayı ve atmosferi yarattılar. Bütün bunlar Titanların kaostan bir düzene geçiş planlarının bir parçasıydı. Yarattıkları dünyaların düzenini ve bütünlüğünü sağlamak için çeşitli ırklar yarattılar.
Seçkin bir tarikat olan Pantheon tarafından görevlendirilen Titanlar sonusz sayıda dünyaya düzen getirdiler. Yarattıkları dünyaları korumak için yemin etmiş olan Pantheon üyeleri her zaman bir saldırı tehditi oluşturan Twisting Nether şeytanlarına karşı hazır beklediler. Kaos büyülerinin doğduğu ve sayısız dünyayla bağlantılı bir boyut olan Twisting Nether , yaşayan evrendeki bütün yaşamı yok etmeye ve tüm enerjiyi emmeye yemin etmiş sayısız şeytani varlığa ev sahipliği yapıyordu. Titanlar bu şeytaniliği durdurmak için bir yol bulmakta çok zorlanıyorlardı.
Sargeras ve İhanet
Zaman ilerledikçe Twisting Nether ‘ in şeytani varlıkları Titanların dünyalarına gimryi başardılar. Bunun karşısında Pantheon en güçlü savaşçısı olan Sargeras’ı bu tehditi durdurması için görevlendirdi. Asil , bronz bir dev olan Sargeras görevini binlerce yıl boyunca bulabildiği bütün şeytanları yok ederek devam ettirdi. Çağlar boyunca Sargeras iki çok güçlü şeytani ırkla karşılaştı. Bu ırklar bütün evreni güçle kontrolü altına almak için uğraşıyorlardı.
Sargeras
Eredar ırkı şeytani ve sinsi büyülerle birçok dünyayı işgal ederek köleleri haline getirmişti. Dünyaları köle haline getirilen ırklar Eredar’ın güçleri sayesinde şeytanlara dönüşmüşlerdi. Her ne kadar Sargeras limitsiz gücü ve kudreti ile Eredar’ı kolayca yok edebilse de gördüğü her şeyi yutan kötülük karşısında şaşkına döndü. Bu kadar ahlaksızlık ve kötülüğü anlamakta zorlanan Sargeras derin bir depresyon durumuna girdi. İçinde büyüyen rahatsızlığa rağmen Sargeras evreni bu büyücülerden kurtarmak için onları Twisting Nether ‘ ın derinliklerinde kıstırdı.
Mutsuzluğu ve kafasının karışıklığı ilerlerken Sargeras Titanların düzenini rahatsız eden başka bir grupla karşılaştı , Nathrezim. Bu karanlık ve vampirik ırk (dreadlord = korku lordu olarakta bilinir) birçok dünyayı istila etmiş ve yaşayanları etkisi altına alarak onları gölgeye döndürmüştü. Korku lordları ırkları etkileyerek onları düşünemez hale getirerek başka halklara saldırtarak dünyalara sahip oluyordu. Sargeras , Nathrezim ‘i kolaylıkla yok etse de gördüğü kötülük onu derinden etkilemişti.
Kuşku ve umutsuzluk artık Sargeras’ı tamamen sarmış , görevine ve Titanların düzenli bir evrenin olacağına dair düşüncelerine olan bütün inancını kaybetmişti. Düzen düşüncesinin aslında bir aptallık olduğuna inanmaya başlayan Sargeras , kaos ve ahlaksızlığın evrendeki tek gerçek olduğuna karar kıldı. Diğer Titanlar ona düşüncelerinin yanlış olduğunu ve duygularını kontrol etmesi gerektiğini söyleseler de Sargeras Titanların inançlarının iyimser aldatmacalar olduğunu söyleyerek onları geri çevirdi. Titanları sonsuza kadar terk ederek evrende kendi yerini aramaya başladı. Pantheon bu ayrılığa çok üzüldü fakat kayıp kardeşlerinin ne kadar uzağa gidebileceğini asla tahmin edemezlerdi.
Ruhunda kalan son mantık izlerini de deliliğe kurban eden Sargeras , yaratılışın başarısızlığının sebebi olarak artık Titanları sorumlu tutuyordu. Titanların yaptığı her şeyi geri çevirmek için durdurulmaz bir ordu kurarak evreni alevlere sürükledi.
Bir zamanlar asil olan kalbindeki yozlaşma sebebiyle Sargeras’ın devasa vücüdu bozulmuştu. Gözleri,saçları ve sakalı alevlere dönmüş bronz derisindeki yaralardan lavlar akmaktaydı.
Sargeras , Eredar ve Nathrezim’i zindanlarından salarak yanına aldı. İki ırk bu karanlık Titan önünde eğilerek ona hizmet edeceklerine dair yemin ettiler. Güçlü Eredar ırkının arasından , yok edici ordusunu yönetmesi için iki adet general seçti Sargeras. Kil’jaeden , evrenin dört bir köşesinde en karanlık ırkları bulup orduya katmakla görevlendirildi. İkinci general Archimonde ise Karanlık Titan’ın ordularını savaşlarda yönetecekti.
Kil'jaeden
Kil’jaeden ilk olarak Korku Lordlarını (dreadlord) emri altına aldı. Bunlar bütün evrene yayılarak yeni ırklar bulmaktan ayrı bir zevk alıyorlardı. Buldukları ırkları Kil’jaeden’e bildirerek onları etkisi altına almasını sağlıyorlardı. Korku Lordları arasından en önde geleni Tichondrius’tu. Tichondrius , Kil’jaeden’e mükemmel hizmet ederek Sargeras’ın isteklerini evrenin en karanlık köşelerine bildirmekteydi.
Archimonde
Archimonde ise bu sırada kendi gücünü arttırmaktaydı. Pit Lordları ve onların barbar lideri Mannoroth’u yanına alan Archimonde bütün yaşamı yok edecek bir elit bir savaşı grubu oluşturmayı umuyordu.
Sargeras ordularının hazır olduğunu görünce onları evrenin her yanına gönderdi. Büyüyen ordusuna Burning Legion adını veren Sargeras bilinmeyen sayıda dünyayı yaktı ve yıktı.
Eski Tanrılar ve Azeroth
Sargeras’ın yaptıklarından habersiz yeni dünyalar bulup onları şekillendirmeye devam eden Titanlar, Azeroth adında küçük bir dünyaya rastladılar. Bu dünyada dolaşırken düşmanca tavırlara sahip elemental varlıklarla karşılaştılar. Eski Tanrılar diye bilinen şeytani varlıklara tapan bu elemental varlıklar , Titanları dünyalarından atmak için yemin ettiler.
Eski Tanrılar ve onların hizmetkarlarının varlığından rahatsız olan Pantheon elementallara ve onların efendilerine savaş açtılar. Eski Tanrıların orduları 4 adet çok güçlü kumandan tarafından yönetiliyordu. Ragnaros the Firelord (Ateş lordu) ,Therazane the Stonemother (Taşların anası), Al’Akir the Windlord (Rüzgarın efendisi) ve Neptulon the Tidehunter ( Dalgaların avcısı). Titanlarla çok büyük bir savaşa girştiler. Her ne kadar çok güçlü olsalarda güçleri Titanlarla boy ölçüşecek seviyede değildi ve teker teker düştüler , güçleri dağıldı.
Pantehon , Eski Tanrıların şehirlerini yok etti ve onları yer altının derinliklerine gömdü. Elementalların gidişyle birlikte doğa sakinleşti ve barş içinde bir düzen oluştu. Titanlar tehditin yokolduğunu görünce işlerine devam ettiler.
Titanlar , Azeroth’un düzenlenmesi için birkaç ırk yarattılar. Yeraltındaki bilinmeyen mağaraları kazıp keşfetmeleri için büyülü,yaşayan taştan cüce benzeri toprak ırkı yarattılar. Denizleri düzenlemek için devasa deniz devlerini yarattılar. Çağlar boyunca Azeroth’u şekillendiren Titanlar en sonunda tek ve mükemmel bir kıta yaratarak işlerini tamamladılar. Bu kıtanın tam merkezinde enerjiyle parlayan bir göl oluşturdular. Sonsuzluk Kuyusu ( Well of Eternity) adı verilen bu göl bütün hayatın kaynağıydı. Gölün enerjisi yaşamın oluşmasını ve kök salmasını sağlayacaktı. Zaman içinde , bitkiler, ağaçlar, yaratıklar ve her türlü canlı kıtanın her yerinde yaşam bulacaktı. İşleri bittiğinde Titanlar bu kıtaya Kalimdor adını verdiler , sonsuz ışığın kıtası.
Ejderhaların Görevi
Yarattıkları küçük dünya düzene girdiği için memnun olan Titanlar , Azeroth’tan ayrılmaya hazırlanıyorlardı. Gitmeden önce en kudretli türlere Kalimdor’u koruma görevini verdiler , kimsenin bu mükemmel düzeni tehdit etmesini istemiyorlardı. O çağlarda Azeroth’ta birçok ejderha bulunmaktaydı. Bunların içinden 5 tanesi diğerleri üzerinde hüküm sürüyordu. Titanlar bu 5 ejderhayı Kalimdor’u korumaları için görevlendirdiler. Pantheon üyeleri bu ejderahalara kendi güçlerinden bir kısım verdiler. Bu ejderhalar bundan sonra Ejderha Görünüşlüler olarak anılmaya başladı.
Pantheon’un yüce babası Aman’Thul gücünün bir kısmını devasa bronz ejderha Nozdormu’ya aktardı. Nozdormu zamanın ve kaderin koruyucusu olacaktı. Nozdromu bundan sonra Zamansız Olan (Timeless One ) adını alacaktı.
Yaşamın efendisi Eonar , gücünü kırmızı ejder Alexstrasza’ya aktardı. Bundan sonra Alexstrasza , Yaşam Bağlayan (Life binder) adını aldı. Azeroth’taki bütün yaşamı koruma görevi ona verildi. Sahip olduğu bilgelik eve tüm canlılara olan bağlılığı sebebiyle Alexstrasza, Ejderha Kraliçesi oldu ve diğer ejderlere hükmetti.
Eonar ayrıca Alexstrasza’nın kardeşi yeşil ejder Ysera’ya da gücünden verdi. Doğaya hükmetme gücünü alan Ysera sonsuz bir transa girerek Yaratılış Rüyası’na yattı. Rüya Gören diye bilinen Ysera rüyasından dünyadaki vahşi doğanın gelişmesini izliyordu , Zümrüt Rüya’dan (emerald dream).
Usta büyücü Titan Norgannon mavi ejderha Malygos’a gücünü verdi. Büyü Dokuyan (spell weaver) adını alan Malygos büyünün ve gizli bilgilerin koruyucusu oldu.
Dünyaların şekillendiricisi Khaz’goroth gücünün bir parçasını kudretli siyah ejderha Neltharion ile paylaştı. Toprağın Bekçisi ünvanını alan Neltharion toprağın ve derinliklerin hükümdarı oldu. Titanların yokluğunda bu beş ejderha Azeroth’un koruyucuları olarak görevlendirildiler. Ejderhaların koruma görevlerine hazır olduğuna inanan Titanlar Azeroth’u sonsuza dek terk ettiler.Ne yazık ki Sargeras’ın yeni bir dünyanın yaratıldığını öğrenmesi an meselesiydi.
Uyanan Dünya ve Sonsuzluk Kuyusu
Orklarla insanlar arasında ki İlk Savaş’tan on bin yıl önce , Azeroth denizlerle çevrili tek bir kıtaya sahipti. Kalimdor kıtası çok çeşitli ırklara ve yaratıklara ev sahipliği yapıyordu. Bu kara kıtanın tam ortasında gizemli enerjilere sahip bir göl bulunuyordu. Sonsuzluk Kuyusu adı verilen bu göl Azeroth’ta bulunan bütün büyünün ve doğanın gerçek kalbiydi. Güçlerinini Büyük Karanlıktan alan Sonsuzluk Kuyusu enerjisini her yana yayarak buralarda yaşamın yeşermesini sağlıyordu.
Zaman içinde göçebe insanımsı bir kabile büyük bir merakla bu büyülü gölün kıyılarına kadar geldi. Gölün garip enerjisinden etkilenen bu kabile kıyıya bir köy kurdu ve buraya yerleşti. Zaman geçtikçe gölün kozmik gücü tarafından etkilenen kabile üyeleri giderek daha güçlü, daha bilge ve neredeyse ölümsüz oldular. Kendilerine “Yıldızların Çocukları” anlamına gelen Kaldorei adını verdiler. Gelişen uygarlıklarını kutlamak için Sonsuzluk Kuyusunun çevresine büyük tapınaklar ve yapılar kurdular.
Kaldorei "Gece Elfleri"
Kaldorei , ya da daha sonradan aldıkları isimle Gece Elfleri (Night Elves), ay tanrıçası Elune’a tapıyorlardı. Gündüzleri Elune’un Sonsuzluk Kuyusunun derinliklerinde uyuduğuna inanıyorlardı. İlk gece elf rahipleri Kuyu’nun güçlerini büyük bir merekla inceleyip sırlarını ortaya çıkarmaya çalıştılar. Uygarlıkları geliştikçe Kalimdor’u keşfetmeye başlayan Gece Elfleri diğer ırklarla karşılaştılar. Dikkatlerini çeken tek ırk güçlü ejderha ırkı oldu. Genelde tek başlarına yaşayan ejderler bilinen dünyayı dış tehditlere karşı koruyorlardı. Ejderhaların görevlerinin farkına varan Gece Elfleri onları rahatsız etmemeye ve sırlarını saklamaya karar verdiler.
Gece Elflerinin merakı onların güçlü varlıklarla karşılaşıp dost olmalarına yol açtı. Ormanlık alanların kudretli yarı-tanrısı Cenarius bunların en güçlülerinden biriydi. Cenarius , Gece Elflerine dünya ve doğa hakkında birçok şey öğretti. Barışçı Gece Elfleri Kalimdor ormanlarına tutukuyla bağlandılar ve doğanın harmonisini korumak için çalıştılar.
Cenarius
Çağlar geçtikçe Gece Elflerinin uygarlığı hem kültürel olarak gelişiyor hem de sınırları genişliyordu.Kalimdor’un dört bir yanında tapınaklar , şehirler, yollar kurdular. Gece Elflerinin yetenekli kraliçesi Azshara, Sonsuzluk Kuyusunun kıyısına mücevherlerle süslü muhteşem bir saray yaptırdı. Saray hizmetkarları olarak yanına en sevdiklerini alan Azshara bunlara Quel’dorei yani Ulu Doğanlar adını verdi. Quel’dorei’nin diğer elflerden üstün olduğunu her fırsatta dile getirir oldu. Her ne kadar Kraliçe Azshara halk tarafından sevilse de Ulu Doğanlar gizlice kıskanılır ve nefret edilir oldular.
Rahiplerin Sonsuzluk Kuyusu hakkındaki meraklarını paylaşan Azshara , Ulu Doğanlara Kuyu’nun sırlarını ve varlığının gerçek amacını bulmalarını emretti. Derin bir çalışma içerisine giren Ulu Doğanlar zaman içinde Kuyu’nun güçlerini kontrol etme yeteneğini keşfettiler. Araştırmaları ilerledikçe Ulu Doğanlar bu yeni yeteneklerini yaratmak veya yok etmek amacıyla kullanabileceklerini keşfettiler. Basit büyüleri öğrenmekle başlayan Ulu Doğanlar giderek büyü konusunda uzman olmaya başladılar. Büyünün tehlikeli bir şey olduğunu kabul etseler de , Azshara ve Ulu Doğanlar büyü üzerinde durmaksızın araştırmalar yapıyorlardı. Cenarius ve bazı bilge Gece Elf bilgini büyü sanatıyla uğraşmanın sadece felaket getireceği uyarısnı yaptılar ancak Azshara ve hizmetkarları inatla güçlerini arttırmaya devam ettiler.
Güçleri arttıkça Azshara ve Ulu Doğanların davranışları büyük değişime uğradı. Üst sınıf diğer Gece Elflerine karşı zalimce davranmaya başladı. Bir zamanlar Gece Elflerinin en güzeli olan Azshara’nın üzerine karanlık bir örtü örtülmüştü sanki. Ulu Doğan rahiplerinden başka kimseyle ilgilenmiyordu artık.
Uzun bir süre druid sanatıyla ilgili çalışan genç bir bilgin olan Malfurion Stormrage , kraliçenin ve Ulu Doğanların çok güçlü bir kuvvet tarafından yozlaştırıldığından şüphelenmeye başladı. Yaklaşan kötülüğü tam olarak öngöremese de Gece Elflerinin yaşamlarının yakında sonsuza kadar değişeceğini hissetmişti.
Kadimlerin Savaşı
Ulu Doğanların dikkatsizce kullandıkları büyü sayesinde Sonsuzluk Kuyusundan yayılan enerji Büyük Karanlığın derinliklerine kadar ulaşmıştı. Tüm yaşamın en büyük düşmanı , dünyaların yok edicisi Sargeras bunu hissetti ve enerjinin kaynağını aramaya başladı. Azeroth ve Sonsuzluk Kuyusunun limitsiz enerjisini keşfeden Sargeras korkunç bir açlığa kapıldı. İsimsiz Boşluğun kara tanrısı bu dünyanın enerjisini kendi için istiyordu artık.
Hiçbir şeyden habersiz olan Azeroth sakinlerinin üzerine evrenin uzak köşelerinden toplanmış milyonlarca şeytanla saldırı başlatıldı. Archimonde ve Mannoroth ordularını işgal için hazırlamışlardı.
Büyünün korkunç etkisine kapılan Azshara , Sargeras’ın karşı konulmaz gücüne dayanamayarak Azeroth’a giriş yollarını açtı. Ulu Doğanlar da Sargeras’a tapınmaya başladılar.Burning Legion’ a olan bağlılığını kanıtlamak için Sonsuzluk Kuyusunun derinliklerine açılan bir portal açtılar.
Bütün hazırlıklar tamamlanınca Sargeras , Azeroth’un işgalini başlattı. Archimonde ve Mannoroth komutasındaki Burning Legion ,Sonuszluk Kuyusuna doğru bütün Kalimdor’u yakıp yıktı.Elflerin şehirleri ve tapınakları yokedildi. Cesur Kaldorei savaçıları topraklarını korumaya çalıştılar ancak Burning Legion’un korkunç öfkesine karşı koyamadılar.
Malfurion Stormrage
Illidan StormrageTyrande Whisperwind
Yok edilmekte olan halkına yardım etme görevi Malfurion Stormrage’e kalmıştı. Ulu Doğanların büyüleri üzerinde çalışan kardeşi Illidan büyüyen yozlaşmaya karşı koymuştu.Illidan’ı büyüyü bırakmaya ikna eden Malfurion , Cenarius’u bularak bir direniş gücü oluşturmaya karar verdi.Genç rahibe Tyrande , Elune adına kardeşlere eşlik etmeye karar verdi. Illidan ve Malfurion , Tyrande’a karşı aşk besliyorlardı ancak Tyrande’nın kalbi sadece Malfurion’a aitti.Illidan, kardeşi ve Tyrande arasındaki aşka içerliyordu ancak çektiği aşk acısının büyüye olan bağımlılığın verdiği acı yanında hiçbirşey olduğunu da çok iyi biliyordu.
Cenarius,Malfurion,Tyrande,Illidan
Büyü enerjilerine bağımlı hale gelen Illidan , Kuyu’nun enerjisine olan açlığını kontrol altına almakta zorlanıyordu.Tyrande’ın desteğiyle kendisini tutarak kardeşiyle birlikte Cenarius’u aramaya koyuldular. Hyjal Dağının eteklerinde yaşayan Cenarius , elflere yardım etmeyi kabul etti. Bunun için kadim ejderhaları bularak onlardan yardım isteyceklerdi. Kudretli kırmızı ejder Alexstrasza tarafından yönetilen ejderhalar şeytanlara ve onların efendilerine karşı koymak üzere harekete geçtiler.
Ormanın kutsal ruhlarını çağıran Cenarius , ağaç adamlardan oluşan ordusunu Lejyon’un üzerine sürdü.Gece Elfleri ve müttefikleri Azshara’nın sarayı ve Sonsuzluk Kuyusunun önlerine geldiğinde çok büyük bir savaş başladı. Yeni müttefiklerinin gücüne rağmen Malfurion , Lejyon’un sadece kaba kuvvetle yenilemeyeceğini anladı.
Dev savaş sürerken Azshara , Sargeras’ın Sonsuzluk Kuyusundan dünyaya geçişini bekliyordu. En güçlü büyücülerini toplayan Azshara , Sargeras’ın geçebileceği boyutta bir kapı açmaya çalışmaya başladı.
Kalimdor’un dört bir yanında savaş sürerken bazı kötü olaylar da oluyordu. Neltharion , toprağın koruyucusu, savaşın kritik bir anında çılgına dönmüştü.Her yana alevler saçmaya başlayıp diğer ejderhalara saldırmış ve onların savaş alanından kaçmasına yol açmıştı.
Kendisine artık Ölümün Kanadı (Deathwing) adını veren Neltharion’un bu beklenmedik ihaneti diğer ejderhalar üzerinde büyük etkiler yaratmıştı. Yaralı ve şaşkın bir halde olan Alexstrasza , diğer asil ejderahaları alarak elfleri terk etmek zorunda kaldı.Sayıca ezilen Malfurion ve adamları artık saldırılardan karşı güçlükle kurtuluyorlardı.
Malfurion , şeytanların dünyaya olan bağlantısının Sonsuzluk Kuyusu olduğunu anlamıştı ve yok edilmesine karar kıldı. Güçlerinin ve ölümsüzlüklerinin kaynağı olan Sonsuzluk Kuyusunun yok edileceğini duyan adamları Malfurion’un bu kararını dehşetle karşıladılar.Malfurion’un teorisindeki gerçekliği gören Tyrande, Cenarius ve komutanlarını Azshara’nın tapınağına saldırıp Kuyu’nun kapatılması için bir yol bulmaya ikna etti.
Dünyanın Parçalanışı
Sonsuzluk Kuyusu yok edilirse bir daha asla büyü kullanamayacağını bilen Illidan gruptan ayrılarak Ulu Doğanlara Malfurion’un planından bahsetmek için yola çıktı. Büyüye bağımlılığının yarattığı çılgınlık ve de kardeşinin Tyrande ile olan ilişkisine duyduğu kin yüzünden Illidan , Malfurion’a ihanet etmekten hiç pişmanlık duymadı. Illidan , Sonsuzluk Kuyusunun gücünü her ne pahasına olursa olsun korumak için her şeyi yapmaya hazırdı.
Kardeşinin terk edişi karşısında hayal kırıklığına uğrayan Malfurion , Azshara’nın tapınağına doğru saldırıya geçti. Tapınağın ana odasına geldiklerinde , Ulu Doğanlar Sargeras’ın geçeceği portalın açılmasında son aşamaya gelmişlerdi. Kuyu’nun derinliklerinden dengesiz bir güç girdabı meydana çıkmıştı. Sargeras’ın korkunç gölgesi yüzeye yaklaşmaktaydı, bunu gören Malfurion saldırıya geçti.
Illidan’ın uyarısıyla bu saldırıya hazırlıklı olan Azshara , Malfurion’un neredeyse tüm adamlarını yok etti. Azshara’ya arkasından saldırmak isteyen Tyrande , Ulu Doğan askerleri tarafından yakalandı. Her ne kadar ellerinden kurtulmayı başarsa da Tyrande ellerinden ciddi bir şekilde yaralanmıştı. Aşkının bu halini gören Malfurion çılgına döndü bu çılgınlığı sadece Azshara’nın hayatına son verince geçecekti.
Tapınağın içinde ve dışında savaş sürerken , Illidan gölgelerin içinden geçerek Kuyu’nun kıyılarına geldi. Özel hazırlanmış şişelere Kuyu’nun parıldayan sularından doldurdu. Şeytanların elflerin uygarlığını yıkacaklarından emin olan Illidan , Kuyu’nun sularından çalarak güçlerini kendi için saklamayı planlıyordu.
Malfurion ve Azshara arasındaki savaş Ulu Doğanların dikkatlice yaptıkları büyüyü karmaşıklığa sürükledi. Kuyu’nun derinliklerinde açılmakta olan portal müthiş bir enerjiyle infilak etti ve dünyayı tamamen değiştirecek felaketler zincirini başlattı. Devasa patlama tapınağı yerle bir ederken çok büyük depremler oldu , kıta ortadan ikiye ayrılmaya başladı.
Savaş hala sürerken elfler yıkılmış başkentin üzerinde yer aldılar ve en sonunda Sonsuzluk Kuyusu kendi içine doğru çökerek yok oldu.
Kuyu’nun patlaması sonrasında dünya tamamen değişti , açılan yarığa okyanus suları doldu.Kalimdor’un neredeyse tamamı yok olmuştu. Sadece yeni oluşan denizin etrafında birkaç kıta kalmıştı. Yeni denizin tam ortasında , eskiden Sonsuzluk Kuyusunun olduğu yerde dev dalgalar ve kaotik enerjilerin oluşturduğu bir fırtına ve dev bir girdap oluştu. Bu korkunç girdap , bilinen adıyla Maelstorm , öfkeli dönüşünü hiçbir zaman durdurmayacaktı. Yaşanan korkunç felaketlerin ve bir zamanların düzenli ve barış içindeki çağların her zaman bir hatırlatıcısı olarak yerinde kalacaktı.
Büyük Parçalanmadan sonra Kalimdor
Bütün bu olanlara rağmen Azshara ve takipçileri bir şekilde hayatta kalmayı başardılar. Açığa çıkardıkları güçler tarafından işkence gören ve değişen Azshara ve Ulu Doğanlar , Kuyu’nun patlamasından sonra her tarafı saran azgın sularla birlikte denizin dibine doğru çekildiler. Lanetlenen ve şekil değiştiren Azshara ve takipçileri Naga sürüngenlerine dönüştüler.Azshara içinde taşıdığı nefret ve kini yansıtan bir canavar şeklini aldı.
Azshara
Maelstorm’un dibinde, Nagalar kendilerine yeni bir şehir kurdular.Nazjatar adı verilen bu şehirde güçlerini yeniden toplamak için çalıştılar.Ancak Nagaların gücünü toplayıp yüzeye çıkabilmeleri için 10000 yıl geçmesi gerekecekti.
Hyjal Dağı ve Illidan’ın Armağanı
Korkunç patlamadan sağ kurtulabilen küçük bir grup elf basit sallar yaparak görünürdeki en yakın toprak parçasına ulaşmaya çalıştılar. Elune’un bir lütfuya Malfuiron , Tyrande ve Cenarius Büyük Parçalanma’dan kurtuluabildiler. Sağ kalan diğerleriyle birlikte kendilerine yeni bir yerleşim yeri bulmak için harekete geçtiler. Yolculuk sırasında yıkılmış dünyalarının kalıntıları içinden geçereken bütün bu olanlara kendi tutkularının sebep olduğunu fark ettiler. Sargeras ve Lejyon , Sonsuzluk Kuyusunun yok edilmesiyle birlikte dünyalarından sökülüp atılmıştı ama Malfuiron zaferin nelere mal olduğunu düşünmeye dalmıştı.
Kurtulanlar arasında bir çok Ulu Doğanda bulunmaktaydı. Diğer elflerle birlikte yeni kıyılara doğru yol alıyorlardı. Malfurion Ulu Doğanlara güvenmese de Kuyu olmadan güçleri olmayan bu grubun sorun çıkaramayacağı için memnundu.
Elfler kıyıya ulaştığında kutsal dağları Hyjal’in bu felaketten kurtulduğunu gördüler. Yerleşmek için uygun bir yer arayan Malfurion , Hyjal Dağının zirvesine çıkarak oradan yerleşebilecek uygun bir yer aramaya çalıştı. Altında uzanan ormanlık araziye bakarken dağın yakınlarındaki tepelerin arasında küçük ve sakin bir göl gözüne çarptı. Gölün sularının büyülü olduğunu anlayan Malfurion dehşete kapıldı.
Büyük Parçalanmadan kurtulan Illidan , Malfurion ve diğer gece elflerinden daha önce Hyjal Dağına ulaşmıştı. Dünyadaki büyü akışının devam etmesi için yanıp tutuşan Illidan , daha önce doldurduğu şişelerdeki suyu oradaki gölün içine boşalttı. Kuyu’nun enerjisi hızla gölü etkileyerek yeni bir Sonsuzluk Kuyusu oluşturdu. Çok mutlu olan Illidan yeni Kuyu’nun gelecek nesiller için bir armağan olduğunu düşünüyordu. Malfurion , Illidan’ı yakalayıp ona büyü enerjilerinin aslında şeytani olduğunu onu kullanmanın felaketlere yol açacağını söylese de Illidan büyülü güçlerini bırakmayı reddetti.
Illidan’ın bu acımasız halinin ilerde felaketlere yol açabileceğini düşünen Malfurion , güç delisi kardeşi için tek ve kesin bir çözüm düşündü. Cenarius’un da yardımıyla Malfurion Illidan’ı devasa bir yer altı zindanına kapattırdı. Zamanın sonuna kadar burada güçsüz ve zincirli bir şekilde kalmaya mahkum edilen Illidan’ın başına cezasını çektiğinden emin olabilmek için genç muhafız Maiev Shadowsong’u Illidan’a gardiyanlık yapması için görevlendirdi.
Yeni Kuyu yok edilirse daha büyük bir felaketin oluşmasından korkan elfler Kuyu’yu olduğu gibi bırakmaya karar verdiler. Malfurion büyü ile uğraşmayı kesin bir dille yasakladı. Cenarius’un gözetiminde kadim druid sanatını çalışmaya başladılar. Böylece mahvolmuş toprağı eski haline getirip ormanların Hyjal Dağının dibinde tekrar yükselmesini sağlamaya çalışacaklardı.
Dünya Ağacı
Yıllar boyu gece elfleri eksi ülkelerini tekrar kurmak için yorulmaksızın çalıştılar. Yıkılmış tapınakları ve yolları bırakarak Hyjal Dağı’nın dibinde ormanın gölgelerinin içinde kendilerine yeni evler yaptılar. Bu sıralarda Büyük Parçalanmadan kurtulan ejderhalar gizli sığınaklarından ortaya çıktılar.
Kızıl Alexstrasza , Yeşil Ysera ve Bronz Nozdormu druidlerin sakin ve sessiz alanlarına indiler. İnanılmaz güçlü bir baş-druid haline gelen Malfurion , ejderhaları karşılayarak onlara yeni Sonsuzluk Kuyusunun varlığından bahsetti. Kötü haber karşısında üzülen ejderhalar Kuyu var olduğu sürece Lejyon’un bir gün geri dönüp tekrar dünyayı istila edebileceğini söylediler. Kuyu’nun gizli ve güvenli bir şekilde kalmasını sağlamak ve Lejyon’un bundan haberi olmaması için Malfurion , ejderhalarla bir anlaşma yaptı.
Alexstrasza , diğer adıyla Yaşam Bağlayan , Sonsuzluk Kuyusunun kalbine bir kozalak bıraktı.Büyü güçleriyle etkilenen kozalak devasa bir ağaca dönüştü. Bu kudretli ağacın kökleri Kuyu’nun sularından doğuyordu ve dalları gökyüzünün tepesine kadar uzanıyordu. Devasa ağaç gece elflerinin doğayla olan bağının sonsuz bir sembolü olacaktı. Ağacın yaşam veren gücü dünyanın yaralarını zaman içinde iyileştirecekti. Gece elfleri bu Dünya Ağacına Nordrassil yani “Cennetin Tahtı” adını vereceklerdi.
Zamansız Olan , Nozdormu , bir büyü yaparak , ağaç ayakta durduğu sürece elflerin asla yaşlanmamasını sağladı.
Ysera da ağaca bir büyü yaparak onu kendi boyutuna , Zümrüt Rüya’ya bağladı. Büyük, sürekli değişken , ruhsal bir alem olan Zümrüt Rüya bilinen fiziksel dünyanın dışında yer alıyordu. Zümrüt Rüya’dan Ysera doğanın düzenini ve evrimini kontrol ediyordu. Malfurion ve diğer druidler Dünya Ağacı sayesinde Zümrüt Rüya’ya bağlanmışlardı. Ysera ile yapılan anlaşma gereğince druidler asırlar boyu uyumayo kabul ettiler böylece ruhları Ysera’nın sonsuz rüyasında özgürce dolanabilecekti. Hayatlarının büyük bir bölümünü böylece yaşayamayacak olan druidler bunu göze alarak Ysera ile olan anlaşmalarına sadık kalacaklarını bildirdiler.
Ulu Elflerin Sürgünü
Asırlar geçtikçe Gece Elflerinin yeni uygarlığı güçlenmeye ve sürekli büyüyen Ashenvale ormanının etrafına yayılmaya başlamıştı. Büyük Parçalanmadan önce sayıları fazla olan Furbolg ve Quilboar gibi türler tekrar ortaya çıkmaya başlamışlardı. Malfurion’un liderliği altında elfler barış içinde ve sakin bir dönem geçiriyorlardı.
Ancak Ulu Doğanlar’dan hayatta kalanlar rahatsız olmaya başladılar. Illidan gibi onlarda büyü güçlerinin kaybolması nedeniyle akıllarını kaybetmek üzereydiler. Sonsuzluk Kuyusunu kullanıp büyü güçlerini tekrar kullanmak istiyorlardı. Ulu Doğanların lideri Dath’remar druidleri büyüyü kullanmadıkları için aptallar olarak görüyordu. Malfurion, Dath’remar’ı uyararak her hangi bir büyü kullanımın cezasının ölüm olduğunu kesin bir dille belirtti. Druidlerin bu kanunu değiştirmeleri için Dath’Remar ve takipçileri Ashenvale üzerinde korkunç bir fırtına oluşturdular.
Fırtına sonucu birçok kardeşlerinin ölümüne dayanamayan druidler Ulu Doğanları sürgüne göndermeye karar verdiler. Muhafazakar kuzenlerinden kurtulmaktan memnun olan Dath’remar ve takipçileri yaptıkları gemilerle denize açıldılar. Maelstorm’un öteki tarafında kendilerini neyin beklediğini bilmeyen Ulu Doağnlar büyü çalışmalarını devam ettirebilecekleri yeni bir yer arıyorlardı. Ulu Doğanlar ya da diğer adıyla Quel’dorei doğudaki kıtaya ulaştılar. Yeni kıtaya Lordaeron adı verildi. Quel’thalas adını verdikleri yeni krallıklarında Gece Elflerinin ay tanrısına olan inancını terk ettiler. Bundan böyle güneş inancını benimseyerek kendilerine Ulu Elfler adını verdiler.
Nöbetçiler ve Uzun Nöbet
Kuzenlerinin ayrılışından sonra Gece Elfleri kendi ana yurtlarının bakımı ve korumasına tekrar döndüler. Uykuya yatma zamanları yaklaşan druidler hazırlıklara başladılar.Elune baş-rahibesi olan Tyrande , Malfurion’a Zümrüt Rüya için kendisini terk etmemesini istedi. Ancak Malfurion Rüya’ya girmek onuru için Tyrande ile vedalaşarak aşkları sürdüğü sürece asla çok uzak olmayacaklarını söyledi.
Gece Elf Nöbetçileri
Yeni dünyanın tehlikelerinden Kalimdor’u koruyabilmek için Tyrande elf kız kardeşlerinden güçlü savaşçılar oluşturdu.. Kalimdor’u korumaya yemin etmiş korkusuz , iyi eğitimli bu savaşçı kadınlar Nöbetçiler olarak biliniyordu. Ashenvale ormanlarında kendi başlarına devriye gezen Nöbetçilerin tehlike anında çağırabilecekleri birçok müttefiki bulunuyordu.
Yarı-tanrı Cenarius , Hyjal Dağının çevresindeki Ay Açıklıkları denilen bölgede kalmaya devam etti. Ormanın Koruyucuları (Keeper of the Grove) olarak bilinen oğulları Nöbetçilere düzenli olarak barışın korunmasında yardımcı oluyorlardı. Cenarius’un utangaç kızları dryadlar bile ortalıkta sıkça görünmeye başlamıştı.
Ormanın KoruyucularıDryad
Ashenvale’in korunması görevi Tyrande’yi meşgul tutsa da yanında Malfurion’dan ayrı olduğu için genç rahibe mutlu olamıyordu.Druidler uyurken geçen yüzyıllar boyunca Tyrande ikinci bir istilanın başlamasından korkuyordu. Burning Legion’un Büyük Karanlığın içinde bir yerlerde Gece Elflerinden ve Azeroth’tan intikamlarını planladıkları düşüncesi Tyrande’ı endişelendiriyordu.
Quel’Thalas’ın Kuruluşu
Dath’Remar liderliğinde Kalimdor’u terk eden Ulu Elfler yıllar boyunca yeni bir kıta aradılar. Yolculukları sırasında kayıp krallıklar ve gizemli yerler keşfettiler. Sunstrider (Güneşte Yürüyen) adını alan Dath’Remar halkı için yerleşecek uygun bir bölge aramaya devam etti.
Sonunda daha sonra Lordearon olarak bilinecek olan topraklara ayak bastılar. İç bölgelere ilerleyip sakin Tirisifal Düzlüklerinde bir yerleşim oluşturdular. Birkaç yıl geçtikten sonra içlerinden bir çoğu delirmeye başladı. Dünyanın o bölgesinde uyuyan bir kötülüğün buna neden olduğu teorileri vardır ancak bu teoriler hiçbir zaman kanıtlanamamıştır. Ulu elfler bu bölgeyi terk ederek kuzeye doğru ilerlemeye başladılar.
Lordearon’un dağlık bölgelerinde ileledikçe yolculuk daha tehlikeli bir hal almıştı. Sonsuzluk Kuyusunun yaşam veren enerjisinden uzakta kalan elflerin bir çoğu soğuk iklim yüzünden hastalanmış bazıları ise açlıktan ölmüştü. Artık ölümlü ve maddelere karşı bağışıklıklarını kaybetmiş olmalarına rağmen Ulu Elflerde görülen en moral bozucu değişiklik tenlerinin mor renginin kaybolmasıydı. Yolculukları sırasında Kalimdor’da bulunmayan birçok yaratıkla karşılaştılar. İlkel halde yaşayan insan kabilelerine rastladılar. Ancak karşılaştıkları en büyük tehdit Zul’Aman’ın vahşi orman Trolleriydi.
Quel'Dorei "Ulu Elfler"
Yeşil derili Troller çok büyük yaraları iyileştirebiliyor kopan kol ve bacakları tekrar büyüyordu.Troller barbar ve şeytani bir ırktı. Amani İmparatorluğu kuzey Lordearon’un büyük bir bölümünü kaplıyordu ve Troller istenmeyen yabancılara karşı ülkelerini ölümüne savaşarak koruyorlardı. Elfler ,Trollerden iğreniyorlardı ve gördükleri her yerde öldürüyorlardı.
Troll amblemleri
Uzun yıllar sonra Ulu Elfler en sonunda Kalimdor’a benzeyen bir bölgeye geldiler. Kuzey ormanlarının derinliklerinde Quel’Thalas Krallığını kurarak Kaldorei kuzenlerininkini gölgede bırakacak kudretli bir imparatorluk kurmaya and içtiler. Ne yazık ki kısa bir süre sonra Quel’Thalas’ı Troller tarafından kutsal sayılan tarihi bir kentin üzerine kurduklarını öğrendiler. Krallık kurulur kurulmaz Troller elf yerleşimlerine saldırmaya başladılar.
Yeni topraklarını kaybetmek istemeyen elfler Sonsuzluk Kuyusundan kalan büyü güçlerini kullanarak vahşi Trollerden kendilerini korumayı başardılar. Dath’Remar’ın önderliğinde sayıca çok fazla olan Amani savaşçılarını yenmeyi başardılar. Kaldorei’nin uyarıları aklılarına gelen Ulu Elfler büyü kullanımının Burning Legion’un dikkatini çekebileceğini düşündüler. Bu sebeple büyü kullandıklarını gizleyecek koruyucu bir kalkan yapmaya karar verdiler. Quel’Thalas’ın dört bir yanına büyü kalkanının sınırlarını belirleyen taştan kaideler diktiler.
Rüntaşları (Runestones) denilen bu taşlar sadece büyü kullanımını gizlemiyor batıl inançlı Trolleri korkutarak uzak tutuyordu.
Zaman geçtikçe Quel’Thalas Ulu Elflerin çabaları ve büyü güçleri sayesinde parıldayan bir anıt haline geldi.Muhteşem sarayları Kalimdor’un kadim salonları ile aynı tarzda inşa edildi. Quel’Thalas elflerin yarattığı parıltılı bir mücevher gibiydi. Silvermoon Meclisi , Quel’Thalas’ın yönetiminin sağlandığı bir meclis olarak kuruldu ancak Sunstrider Hanedanı her zaman politik bir güce sahip olacaktı. En büyük yedi Ulu Elf lordundan oluşan meclis elf halkının ve toprakların korunması ve gözetilmesi için çalışıyordu. Koruyucu kalkanlarının altında Ulu Elfler, Kaldorei’nin uyarılarını unutarak yaşamın her anında büyü kullanmaya devam ettiler.
Silvermoon
Dört bin yıl boyunca ulu elfler barış içinde yaşadılar. Ancak kinci Troller kolay kolay dize getirilemezdi. Ormanların derinliklerinde sayılarının artmasını beklediler. Sonunda devasa bir troll ordusu ormanlarından çıkarak Quel’Thalas’ı kuşattı.
Troll Savaşları
Ulu elfler trollerin saldırısı karşısında canlarını korumak için savaşırlarken göçebe insan kavimleri de kendi topraklarını korumaya çalışıyorlardı. Önceleri insan kabileleri ırk birliğinden ve onurdan yoksun bir şekilde birbirlerinin yerleşimlerine saldırıyorlardı. Sadece Arathi kabilesi trollerin görmezden gelinmeyecek bir tehdit olduğunun farkına varmıştı. Arathi kabilesi ancak bütün kabileleri kendi altında birleştirirse trol saldırılarına karşı güçlü bir savunma oluşturabileceklerini düşünüyordu.
İnsanlar
Altı yıl boyunca Arathi diğer kabileleri savaşlarda mağlup etmeyi başardı. Her zafer sonrasında fethettiği yerdeki insanlara barış ve eşitlik teklif etti ve böylece yendikleri kabilelerin bağlılığını kazanmış oldu. Arathi , artık birçok kabileyi bünyesinde barındırıyordu ve ordusu iyice büyümüştü. Trol savaşçılarından kendilerini koruyabileceklerine güvenen ve eğer isterlerse elflere yardım edebileceklerine güvenleri tam olan Arathi lordları Lordearon’un güney bölgelerinde büyük bir kale şehir inşa etmeye karar verdiler. Bu şehir devletine Storm adı verildi ve Arathi ülkesinin yani Arathor’un başkenti oldu. Arathor geliştikçe kıtanın dört bir yanından gelen insanlar güvenlik içinde yaşamak için Storm’a gelir oldular.
İnsan Amblemi
Tek bayrak altında birleşen insanlar güçlü ve iyimser bir kültür oluşturdular. Arathor’un kralı Thoradin kuzeydeki gizemli elflerin troller tarafından kuşatıldığının farkındaydı ancak yabancıların savunması için kendi halkının güvenliğini riske atmak istemiyordu. Aylar geçtikten sonra elflerin yenildiği söylentileri dolaşmaya başlamıştı. Quel’Thalas’tan gelen elçiler Storm’a ulaştıklarında Thoradin troll tehditinin büyüklüğünü fark etmişti.
Elf elçileri trollerin sayısının çok fazla olduğunu ve Quel’Thalas yok edilirse trollerin güneye ,insan topraklarına saldıracağını söylediler. Çaresiz kalan elfler askeri yardım karşılığında seçilmiş bazı insanlara büyü kullanımını öğretmeyi kabul ettiler. Arathor’a gelen elf büyücüleri hemen bir grup insana büyü öğretmeye başladılar.
Elfler , insanların büyü konusunda doğuştan beceriksiz olduklarını fakat şaşırtıcı bir şekilde büyüyle doğal bir yakınlıkları olduğunu gördüler. Sadece yüz adet insana elf büyüsünün temellerini öğrettiler bu sayı trollerle savaşmak için yeterliyid. İnsan öğrencilerinin kendilerine yardım için hazır olduklarına inanan elfler ve Kral Thoradin’in kudretli ordusu Storm’u terk ederek kuzeye doğru ilerlemeye başladı.
Birleşmiş elf ve insan orduları Alterac Dağlarının dibinde troll ordusuyla çarpıştı. Günlerce süren çarpışmada insan orduları kararlı ve yorulmadan trol saldırılarına karşı koydu. Büyü güçlerini kullanma vaktinin geldiğini anlayan elf lordları , yüz adet insan ve onların çok fazla katı sayıda elf büyücüsü trol ordusunun üzerine alevler yağdırdı. Büyülü alevler trollerin kendilerini iyileştirmesini engelledi ve hepsini yakıp yok etti.
Troll ordusu dağılıp kaçışmaya başladı, Thoradin’in ordusu takip ederek son askerine kadar bütün trolleri yakalayıp öldürdü. Troller bu yenilgiden sonra hiçbir zaman tam olarak toparlanamayacaklardı. Quel’Thalas yok edilmekten kurtulmuştu. Elfler , Arathor’a ve kral soyuna bağlılıklarını ve dostluklarını bildirdiler. Elfler ve insanlar arasında barış ve dostluk içinde çağlar gelecekti artık.
Tirisfal Koruyucuları
Trollerin yokluğunda Quel’Thalas elfleri anayurtlarını tekrar inşa etmeye koyuldular. Muzaffer Arathor orduları güneye Storm’a döndüler. Arathor ülkesi giderek daha da gelişiyordu. Kral Thoradin çok fazla büyürse krallığının bölüneceğinden korkuyordu bunun üzerine Storm’un Arathor İmparatorluğunun merkezi olduğunu ilan etti. Barış içinde geçen yıllardan sonra kudretli kral Thoradin yaşlılıktan ölerek, Arathor’un genç nesillerine imparatorluğu Storm’un dışındaki topraklara genişletmesi için bıraktı.
Elfler tarafından eğitilen ilk yüz büyücü güçlerini genişleterek büyünün mistik disiplinlerini daha derinlemesine incelemeye başladılar.Güçlü iradeleri ve asil ruhları nedeniyle seçilen bu büyücüler büyü çalışmalarını her zaman dikkatli ve sorumluluk sahibi olarak yaptılar ancak bilgilerini savaş ortamını bilmeyen ve kendilerini sınırlamaya bir neden görmeyen genç nesille paylaştılar.Bu genç büyücüler büyüyü dikkatsiz ve sorumlukuktan yoksun bir şekilde kendi çıkarları için kullanmaya başladılar.
İmparatorluk genişledikçe ve yeni bölgeler alındıkça genç büyücüler de bu bölgelere dağıldılar.Mistik güçlerini kullanarak halkı vahşi yaratıklardan kurtararak bu bölgelerde yeni şehirler kurulmasını mümkün kıldılar.Güçleri artan büyücüler halkın geri kalanından giderek kendilerini soyutlanmaya başladılar.
İkinci Arathor şehri olan Dalaran, Storm’un kuzeyinde kurulmuştu. Güçlerini daha geniş bir özgürlükle kullanmayı uman birçok büyücü Storm’u terk ederek Dalaran’a yerleştiler.Büyücüler tekniklerini kullanarak çalışmalarının bir simgesi olarak Dalaran’ın büyülü kulelerini inşa ettiler. Dalaran halkı büyücülerin çalışmalarına karışmadılar ve büyülü güçlerin koruması altında gelişen bir ekonomi oluşturdular.
Dalaran
Sonsuzluk Kuyusu yok olduktan sonra dünyadan kopan Burning Legion’un casusları Dalaran büyücülerinin dikkatsiz büyü kullanmaları sonucunda dünyaya yeniden döndüler. Çok fazla güçlü olmayan bu şeytanlar Dalaran’da karışılıklar çıkartmaya başladılar. Şeytanların çıkardıkları olaylar Dalaran yöneticileri tarafından halktan gizlenmeye çalışılıyordu.Şeytanları yakalamak için gönderilen en güçlü büyücüler bile bu görece zayıf şeytanlarla başa çıkamıyordu.
Birkaç ay sonra batıl inanışlı halk büyücü yöneticilerin kendilerinden bir şey sakladığından şüphe duymaya başladı. Devrim sesleri yükseliyor halk bir zamanlar hayranlıkla izledikleri büyü çalışmalarını sorgular hake geliyordu. Halkın yönetimi ele geçirmesinden ve Storm’un kendilerine müdahale etmesinden çekinen büyücü-yöneticiler problemlerini anlayacaklarını düşündükleri tek gruba danışmaya karar verdiler , elflere.
Dalaran’daki şeytani olaylar hakkında haberleri alan elfler hemen en güçlü büyücülerini insan topraklarına gönderdiler.Dalaran’daki şeytani olaylar hakkında ayrıntılı bir rapor hazırlandı. Dünyada çok az sayıda şeytan kalmış olsa da , insanlar büyü kullandıkları sürece Lejyon’un her zaman için önemli bir tehdit oluşturacağını belirttiler.
Silvermoon Meclisi , Dalaran’ın büyücü lordlarıyla gizli bir anlaşma yaptılar.Büyücü lordlara Kalimdor’un tarihini ve Burning Legion’u anlatan elfler , insanlara eğer büyü kullanmaya devam ederlerse halklarını Lejyon’un casuslarından korumaları gerektiğini söylediler.Büyücü-yöneticiler tek bir ölümlü savaşçıya Lejyon’a karşı yapılan gizli savaş için güçlerinin birleşimini aktarmayı teklif ettiler. İnsanların çok büyük bir kısmı Koruyucular veya Lejyon hakkında bir şey bilemeyecekti. Elfler bu öneriyi kabul ettiler ve Koruyucu’nun seçimini sağlayacak gizli bir örgüt kurdular.
Örgüt toplantılarını ulu elflerin Lordearon’daki ilk yerleştikleri yer olan Tirisfal Düzlüklerinde yapıyordu. Bu sebeple koruyuculara Tirisfal Koruyucuları adı verildi. Koruycu olarak seçilen ölümlü savaşçı elf ve insan büyülerinin birleşimi ile inanılmaz güçlerle donatılıyordu. Sadece tek bir Koruyucu olacaktı bunun sebebi Koruyucuların tek başına Lejyon’un bütün casuslarıyla tek başına savaşabilecek güçlere sahip olmasıydı. Koruyucunun güçleri çok fazla olduğu için yeni Koruyucuyu sadece Tirisfal Konseyi beliryecekti. Bir Koruyucu çok yaşlanırsa veya savaştan çok hasar alırsa konsey yeni bir Koruyucu seçerek güçleri ona aktaracaktı.
Nesiller geçtikçe Koruyucular, Arathor ve Quel’Thalas’ta halkı Burning Legion’un görünmez tehditine karşı koruyorlardı. Büyü kullanımı yaygınlaşan Arathor büyüyüp gelişirken Koruyucular şeytani aktivitelere karşı her an tetikteydiler.
Cücelerin Uyanışı
Titanlar Azeroth’u terk ettikten sonra onların yarattığı toprak-ırk dünyayı şekillendirmeye ve dünyanın derinliklerini korumaya devam etti. Toprak-ırk yeryüzünde olan bitenlerle fazla ilgilenmiyor yeryüzünün karanlık derinliklerini kazmaya devam ediyordu.
Toprak-ırk
Sonsuzluk Kuyusunun patlamasıyla parçalanan dünya toprak-ırkı derinden etkiledi. Toprağın acısını paylaşan toprak-ırkın çoğu kendilerini kaybedip ilk kazdıkları yer altı mağaralarına kendilerini kapattılar.Uldaman , Uldur ve Ulduar şehirleri toprak-ırkın yeraltında ilk olarak şekillendiği Titan şehirleriydi. Toprak-ırktan olanlar sekiz bin yıl boyunca yeraltında barış ve güven içinde yaşadı.
Kendilerini neyin uyandırdığı bilinmeyen Uldaman’da yatan toprak-ırk mensupları kendi istedikleri uykularından uyandılar.Uykuları sırasında büyük bir değişim geçirdiklerini fark ettiler. Taştan derileri yumuşamış ve düzleşmiş , taş ve toprak üzerindeki güçleri kaybolmuştu.Ölümlü yaratıklar haline gelmişlerdi.
Cüceler
Kendilerine Cüceler diyen toprak-ırkın son üyeleri de Uldaman’ı terk ederek uyanan dünyaya çıktı. Yer altı derinliklerinin güvenliği ve harikalığının etkisinden kurtulamayan cüceler bölgelerindeki en yüksek dağın altında bir krallık kurdular. Topraklarına yeryüzünü şekillendiren titan Khaz’goroth’un onuruna Khaz Modan adını verdiler. Titan babaları için bir heykel inşa ettikten sonra , cüceler dağın kalbine devasa bir demirhane( forge) yaptılar. Bundan sonra bu demirhanenin etrafında kurulan şehir Ironforge olarak anılacaktı.
Cüce amblemi
Ironforge KapılarıDev Demirhane
Cüceler kayaları ve değerli taşları şekillendirmekten büyük bir heyecan duyuyorlardı , çevrelerindeki dağları kazarak değerli mineraller aradılar. Yeraltındaki işleriyle alakalı olan cüceler yeryüzünde yaşayan komşularının sorunlarından izole bir şekilde yaşamlarını sürdürdüler.
Yedi Krallık
Arathor’un merkezi Storm olarak kalmakla birlikte Dalaran’dan sonra Lordaeron’da birçok yeni şehir-devlet kuruluyordu.Gilneas , Alterac ve Kul Tiras ilk kurulan şehir-devletlerdendi. Bütün şehirler kendi geleneklerine ve ticarete sahiptiler fakat hepsi Storm’un otoritesi altındaydı.
Tirisfal Birliği’nin gözetimi altında , Dalaran büyü öğrenme merkezi haline gelmişti. Dalaran’ı yöneten büyücü-yöneticiler Kirin-Tor adı verilen bir grup kurdular , bu grubun görevi dünyada bulunan bütün büyüleri, büyülü eşyaları bulup araştırmak ve kayıt altına almaktı.
Gilneas ve Alterac , Storm’un güçlü destekçileri oldular. Büyük ordular kurarak güneyin dağlık bölgelerini araştırdılar. Bu dönemde insanlar ilk defa cücelerle karşılaştılar. İnsanlar ve cüceler metal işçiliği ve mühendislik konularında bilgilerini paylaştılar ve ortak zevklere sahip olduklarını öğrendiler , savaş ve hikayeler gibi.
Lordaeron’un güneyinde büyük bir adada kurulan Kul Tiras’ın , balıkçılık ve denizciliğe dayalı güçlü bir ekonomisi vardı. Zaman içinde büyük bir ticaret filosu kuruldu ve kıtanın dört bir yanına ticaret mümkün hale geldi. Arathor’un ekonomisi gelişiyordu fakat en güçlü yerleri dağılmaya başlıyordu.
Zaman içinde Storm lordları Lordaeron’un kuzeyindeki verimli topraklara yerleşmeye başladılar. Thoradin’in soyundan gelenler Storm’un terk edilmemesi gerektiğini savunuyorlardı. Bu düşünce kuzeye yerleşmek isteyen soylu vatandaşların tepkisini çekmişti. Saflığın ve aydınlanmanın peşinde olan Storm lordları tarihi şehri terk etmeye karar verdiler. Dalaran’ın kuzeyinde , Lordaeron adını verdikleri yeni bir şehir-devlet kurdular. Bütün kıta adını bu şehirden almış olacaktı. Lordaeron barış ve güvenlik arayan dindar gezginlerin kutsal şehri olacaktı.
Storm’da kalanlar ise güneye yol alarak Khaz Modan’ı geçtiler. Uzun süren yolculuklarında sonra Azeroth adını verdikleri kıtanın kuzeyinde verimli topraklara sahip bir bölgede hızla gelişecek ve kendine yetecek güçte olacak olan Stormwind Krallığını kurdular.
Storm’da kalan az sayıda savaşçı bu tarihi şehri korumak için kalmaya karar verdiler. Storm artık imparatorluğun merkezi değildi ve burada kalanlar Stormgarde ulusunu oluşturdular. Her ne kadar bütün şehir-devletler kendi başlarına gelişmiş ve güçlü olsalar da Arathor İmparatorluğu artık dağılmıştı. Her ulus kendi geleneklerini ve inançlarını geliştirmiş ve birbirlerinden kopmuşlardı. Kral Thoradin’in tek bir birleşik insan krallığı hayali yok olmuştu.
Aegwynn
İnsan ulusları arasındaki rekabet ve politika ilerliyordu bu sürede Tirisfal Koruyucuları görevini sürdürmeye devam ediyorlardı. Yıllar boyunca birçok Koruyucu göreve gelmişti ancak bir seferde sadece bir Koruyucu olabiliyordu. Çağın son Koruyucularından biri diğerleri arasından özellikleriyle sıyrılan kudretli bir savaşçıydı. Alev gibi güçlü bir insan kız olan Aegwynn , Tirisfal Birliğinin takdirini kazanmış ve Koruyuculuk görevine layık görülmüştü. Aegwynn bulabildiği bütün şeytanları yakalayıp yok etmek için durmaksızın çalışıyor fakat sıklıkla erkek egemen olan Tirsfal Konseyinin kararlarını sorguluyordu. Konseyde bulunan elflerin ve insanların düşüncelerinin çok katı ve öngörüden yoksun olduğunu bu düşüncelerle kaosa karşı olan mücadeleye kesin bir son verilemeyeceğini düşünüyordu. Uzun tartışmalarla vakit kaybetmek istemeyen Aegwynn , üstlerine kendini ispatlamak için kritik zamanlarda genellikle kahramanlık gösterilerini bilgeliğe tercih ediyordu.
Tirisfal’in kozmik güçleri üzerinde daha usta olduğunda , Aegwynn birçok güçlü şeytanın kuzeydeki buzlu kıta Northrend’te bulunduğunu fark etti. Kuzeye seyahat ederek şeytanları dağlara kadar takip etti. Burada şeytanların asıl amacının kalan son ejderhalardan birini avlamak ve güçlerini emmek olduğunu keşfetti. Şeytanlara karşı gelen Aegwynn ,asil ejderhaların da yardımıyla onları yok etti. Ölümlü dünyada kalan son şeytan da yok olduktan sonra kuzeyde çok büyük bir fırtına çıktı. Devasa bir karanlık görüntü Northrend semalarında görüldü. Sargeras , şeytanların kralı ve Burning Legion’un lordu Aegwynn’in önüne çıktı. Genç Koruyucuya Tirisfal döneminin yakında kapanacağını ve dünyanın yakında Lejyon’un önünde eğileceğini söyledi.
Güçlerinin bu karanlık tanrıya yeteceğini düşünen Aegwynn bütün gücüyle Sargeras’a saldırdı. Beklenmeyen bir kolaylıkla Sargeras’ın fiziksel kabuğunu yok etmeyi başardı. Sargeras’ın ruhunun tehlikeli olmaya devam edeceğini düşünen genç Koruyucu , parçalanmış vücudu Sonsuzluk Kuyusu patladığında denizin dibine çöken Kalimdor’un kadim salonlarına kapattı. Aegwynn , tam da Sargeras’ın planladığı şekilde davrandığını bilmiyordu. Dünyanın kaderini değiştirdiğinin farkında değildi. Vücudu parçalandığı sırada ruhu Aegwynn’in yorgun vücuduna girmişti. Genç Koruyucu bunun farkına varmadan , Sargeras onun ruhunun en karanlık derinliklerinde gizli kalmayı uzun yıllar boyunca başaracaktı.
Üç Çekiç Savaşı
Ironforge cüceleri uzun yıllar boyunca barış içinde yaşamışlardı. Uygarlıkları dağları içindeki şehirlere sığmayacak kadar genişlemişti. Yüce Kral Modimus Anvilmar her şeye rağmen bütün cüceleri adaletle ve bilgelikle yönetiyordu. Cüce uygarlığı içinde üç güçlü aile diğerlerinin arasından sıyrılarak söz sahibi olmaya başlamıştı.
Madoran Bronzebeard tarafından yönetilen Bronzebeard klanı yüce kralla yakın ilişkiler kurarak Ironforge’un koruyucuları olmuşlardı. Khardros Wildhammer tarafından yönetilen Wildhammer klanı dağın eteklerini ve çevresini mesken tutarak şehirde kontrolü daha fazla elde etmek istiyordu. Üçüncü aile olan Dark Iron klanı cüce-büyücü Thaurissan liderliğinde dağın derinliklerinde yaşıyor , Bronzebeard ve Wildhammer kuzenlerine karşı planlar yapıyorlardı.
Bir süre barış içinde yaşayan bu klanlar arasındaki ilişki Yüce Kral Anvilmar’ın ölümüyle iyice bozuldu. Ironforge’un kontrolü için birbirleriyle savaşa girdiler. Cüce iç savaşı yeraltında uzun yıllar boyunca sürdü. En büyük ve güçlü orduya sahip olan Bronzebeard klanı Dark Iron ve Wildhammerları dağın altından kovdular.
Khardros ve Wildhammer savaşçıları kuzeyde Dun Algaz’ı geçerek Grim Batol dağının zirevesinde kendi krallıklarını kurdu.Yenilgileri sonucunda aşaılanan Thaurissan ve Dark Iron klanı Ironforge için intikam yemini ettiler. Halkını güneye götüren Thaurissan , Redridge Dağlarının dibinde kendi adıyla anılan bir şehir kurdu. Yıllar geçmesine rağmen Dark Iron ‘ın kuzenlerine olan intikam duygusu azalmadı. Thaurissan ve büyücü karısı Modgud , Ironforge ve Grim Batol’a saldırdı. Dark Iron klanı bütün Khaz Modan’a hakim olmak istiyordu.
Dark Iron orduları kuzenlerinin şehirlerine saldırdı ve neredeyse ikisini birden alıyorlardı, ancak Madoran Bronzebeard ordusunu Thaurissan’ın büyücü ordusuna saldırtarak zafer kazandı. Thaurissan ve hizmetkarları kendi şehirlerine doğru kaçtılar.
Grim Batol’u kuşatan Modgud güçlerini kullanarak düşmanlarının yüreğine korku saldı. Yerin derinliklerinden çıkan yaratıklar Wildhammerları kendi şehirlerinin içinde avlamaya başladı. Modgud şehrin kapılarını aşmayı başardı. Wildhammerlar ölümüne savaşıyorlardı. Khardros düşman askerlerinin arasından sıyrılarak büyücü kraliçeyi öldürmeyi başarabildi. Kraliçeleri ölen Dark Iron savaşçıları Wildhammerların öfkesinden kaçtılar. Güneye şehirlerine doğru kaçan Dark Iron ordusu Grim Batol’a yardıma gelen Ironforge ordusuyla karşılaştı. İki ordu arasında kalan Dark Iron ordusu tamamen yok edildi.
Grim Batol ve Ironforge’un orduları beraber güneye doğru Thaurissan’ı ve Dark Ironları tamamen yok etmek için ilerlediler.Zafer kazanabilmek için doğaüstü bir çağırmaya çalışan Thaurissan yeraltında uyuyan kadim güçleri çağırdı. Kendi sonunu hazırlayan Thaurissan ‘ın çağrısına en kötü kabuslarında bile göremeyeceği bir yaratık cevap verdi.
Ateş Lordu Ragnaros , ateş elementinin ölümsüz efendisi , dünya gençken Titanlar tarafından sürgün edilmişti. Thaurissan’ın çağrısıyla serbest kalan Ragnaros kıyamet gibi bir yeniden doğuş yaşayarak Redridge Dağlarını yarıp dev bir volkana dönüştürdü. Blackrock Spire adı verilen volkanın sınırları kuzeyde Kurumuş Geçitten( Searing Gorge) , güneyde Yanan Steplere (Burning Steppes) kadar uzanıyordu.Thaurissan kendi çağırdığı güçleri tarafından öldürülmüştü ve kalan Dark Ironlar Ragnaros’un köleleri olarak yaşamlarını sürdürebilmişlerdi.
Korkunç patlamalar ve yükselen alevleri gören Madoran ve Khardros ordularını durdurak geri döndüler, hiç biri Ragnaros’a karşı savaşmak istemiyordu.
Bronzebeardlar evlerine , Ironforge’a döndüler. Wildhammerlar Grim Batol’a döndüklerinde Modgud’un ölümünün yarattığı kirlenme sonucunda evlerinin yaşanmaz hale geldiğini gördüler.Bronzebeardların Ironforge’da beraber yaşama teklifini kibarca reddettikten sonra Khardros halkını kuzeye Lordearon’a götürdü. Orada Aerie Peak şehrini kuran Wildhammerlar doğaya yakınlaştılar.
Kuzenleriyle ilişkilerini korumak isteyen Ironforge cüceleri iki büyük köprü inşa ettiler. Khaz Modan ve Lordaeron arasına yapılan ve Thandol Span adı verilen bu köprüler sayesinde iki krallıkta gelişmesini sürdürdü.Madoran ve Khardros’un ölümlerinden sonra oğulları babalarının dev heykellerini yaptırarak köprülerin girişine koydular. Bu heykeller bütün cücelere geçmişi hatırlatan bir uyarı olarak kalacaktı.
İki krallık yakın ilişkilerini kısa bir süre koruyabildiler. Wildhammerlar Grim Batol’da yaşadıkları dehşetin etkisinde kalarak yer altında yaşamaktan vazgeçtiler. İki krallık arasındaki ideolojik farklılıklar ilişkilerin azalmasına yol açtı.
Son Koruyucu
Aegwynn yıllar geçtikçe daha da güçlenmiş ve Tirisfal enerjileri sayesinde ömrü çok uzamıştı. Sargeras’ı yok ettiğine inanarak dünyayı şeytanlardan yaklaşık dokuz yüz yıl boyunca korumaya devam etti. Tirisfal Konseyi sonunda Aegwynn’in görevinin tamamlandığına kanaat getirdi.Konsey , Aegwynn’e Dalaran’a dönmesini emretti böylece yeni bir Koruyucu seçilecek ve güçler ona aktarılacaktı. Konseye hiçbir zaman güvenmemiş olan Aegwynn emri reddederek bir sonra gelecek olan Koruyucuyu kendi seçmeye karar verdi.
Aegwynn bir oğul dünyaya getirerek güçlerini ona aktarmayı planlıyordu. Tirisfal Birliğinin kendisini kullandığı gibi bir sonraki Koruyucuyu kullanmasını istemiyordu.Güneye, Azeroth’a doğru giden Aegwynn oğlunu dünyaya getirmesinde yardımcı olacak adamı buldu : yetenekli bir insan büyücü olan Nielas Aran. Nielas Aran , Azeroth Kralı’Nın yardımcılarından biriydi. Aegwynn büyücüyü etkileyerek ondan gebe kalmayı başardı. Nielas’ın büyüye karşı doğal yatkınlığı doğmamış çocuğunda da olacaktı. Tirisfal güçleri de çocuğun içinde olacaktı.
Kısa bir zaman sonra Aegwynn çocuğunu ıssız bir bölgede dünyaya getirdi. Oğlunun yetişkinliğe erince yeni Koruyucu olacağına inanan Aegwynn , ona ulu elf dilinde “sırların koruyucusu” anlamına gelen Medivh adını verdi.Ne yazık ki Aegwynn’in içinde saklanan Sargeras’ın ruhu savunmasız çocuğun içine daha doğmadan girmişti. Aegwynn’in dünyanın yeni Koruyucusunun aslında onların en büyük düşmanı tarafından ele geçirildiğinden haberi yoktu.
Bebeğinin sağlıklı olduğundan emin olan Aegwynn, Medivh’i Azeroth sarayına ölümlü babası tarafından yetiştirilmesi için bıraktı. Daha sonra boş topraklarda dolaşarak yaşamının sona ermesini bekledi. Medivh güçlü biri olarak büyüyordu ve doğuştan gelen güçleri hakkında hiçbir fikri yoktu.
Sargeras uygun zamanı sabırla bekliyordu. Medivh çocukluk döneminde büyü güçlerine olan yatkınlığıyla popüler olmuştu. İki yakın arkadaşı: Azeroth prensi Llane ve Arathi soyundan gelen Anduin Lothar ile maceralara atılıyor ve türlü muzırlıklar yapıyorlardı , halkın sevgisibi kazanmışlardı.
On dört yaşına geldiğinde içindeki kozmik güçler uyandı ve Sargeras’ın ruhuyla çarpıştı. Bunun sonucunda Medivh yıllar süren bir koma durumuna girdi. Komadan uyandığında artık bir yetişkin olmuştu. Arkadaşları , Llane ve Anduin kral yardımcısı olmuşlardı. Yeni keşfettiği güçlerini yaşadığı yeri korumak için kullanmak istese de Sargeras’ın karanlık ruhu düşüncelerini ve duygularını sinsi bir sona gidecek şekilde değiştiriyordu.
Sargeras, Medivh’in karanlıklaşan kalbinde planlarının yakında tamamlanıp , son Koruyucunun dünyanın sonunu getirmeye başlamasını bekliyordu.
Gölge Paktı
Meidvh , Azeroth’ta doğduğu zamanlarda , Kil’jaeden ve hizmetkarları Twisting Nether’da Burning Legion’un ikinci saldırısını planlıyordu. Bu sefer hiçbir hataya yer vermeyecek bir plan hazırlıyordu. Kil’jaeden , Azeroth’un savunmasını kırmak için yeni bir güce ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Böylece elfler ve ejderhalar bu yeni tehditle uğraşıp zayıfladıktan sonra Lejyon’un gerçek istilası başlayabilecekti.
İşte bu zamanlarda Kil’jaeden , Büyük Karanlığın içinde verimli topraklara sahip Dreanor’u keşfetti. Şaman inancına sahip klanlar halinde yaşayan Orklara ve barışçıl Draeneilere ev sahipliği yapan Dreanor çok geniş ve tenha topraklara sahipti. Asil ork klanları açık arazide dolanıp avlanarak eğleniyorlardı. Draeneiler ise tepelere ve dağlara basit şehirler kurup yaşıyorlardı. Kil’jaeden , Dreanor’da yaşayanların Lejyon’a hizmet için büyük potansiyel taşıdıklarının farkındaydı.
Ork
Draenei
Kil’jaeden bu iki ırktan savaşçı orkların Lejyon için daha uygun olacağını gördü. Eski zamanda Sargeras’ın Kraliçe Azshara’yı kontrolüne aldığı gibi , Kil’jaeden de şaman Ner’zhul’u kontrolü altına aldı. Kurnaz şamanı kuklası olarak kullanan Kil’jaeden ork klanları içine savaş açlığı ve vahşilik yaydı. Kısa bir zaman sonra ruhsal inanışlara sahip olan orklar kana susamış bir hale geldiler. Kil’jaeden bir adım daha ileri giderek Ner’zhul’dan bütün orkların kendilerini kayıtsız şartsız savaş ve ölüm için teslim etmelerini istedi. Halkının sonsuza dek öfkenin ve nefretin kölesi olacağını hisseden yaşlı şaman, Kil’jaeden’İn emreine karşı koymayı başarabildi.
Ner'zhul
Ner’zhul’un kendisine karşı koymasına çok öfkelenen Kil’jaeden, halkını ona teslim edecek yeni bir ork aramaya başladı. Kısa sürede aradığını bulmayı başardı : Ner’zhul’un hırslı çırağı Gul’dan. İtaati karşısında müthiş güçler vaat edilen Gul’dan, şeytani büyünün gayretli bir öğrencisi iken tarihin gördüğü en güçlü ölümlü warlock haline geldi. Genç orklara bu yeni büyüyü öğretip eski şaman geleneklerini ortadan kaldırdı.
Gul'dan
Orklarla bağlarını sıklaştırmak isteyen Kil’jaeden, klanları etkileyip, warlock büyülerinin yayılmasını sağlayacak gizli bir birlik olan Gölge Konseyini kurdu. Orklar warlock büyülerini kullandıkça, Dreanor’un verimli toprakları ve su kaynakları yok olmaya başladı. Zaman ilerledikçe orkların nesiller boyu evleri olarak kabul ettikleri yerler yok olmuş geriye sadece kuru kızıl bir toprak kalmıştı. Şeytani enerjiler yavaş yavaş Dreanor’u öldürüyordu.
|